Maalesef çevremizde tiryaki eş, dost ve tanıdıklarımızın sohbetini en sevmediği konuya geldik. Kanser ve özellikle de akciğer kanseri deyince ilk akla gelen sigaranın, çok eski ve ilginç bir tarihçesi var. Kanser gibi, geçmişi Mısır mumyalarına kadar uzanmasa da, dünyaya 1400’lü yıllarda, Avrupalılar’ın Amerika kıtasını keşfetmesiyle yayıldığını biliyoruz.
Amerika kıtasının yerlileri tütünü tedavi amaçlı ve dini ritüeller için üretiyorlardı. Bu durumla ironik biçimde bağlantılı olarak, Avrupa’da ilk kez tütün içerken yakalanan Rodrigo Jerez’in, ağzından burnundan duman çıkarması, şeytan tarafından ele geçirilmesi olarak yorumlanmış ve hapis cezasına çaptırılmıştı. 16’ncı yüzyılda tütün içme alışkanlığı tüm Avrupa’ya yayıldı. Bir yüzyıl sonra da Amerika’da ticari tütün ekimi başlayacaktı.
Tütün-kanser ilişkisine ait ilk araştırma, 1761’de İngiliz doktor John Hill tarafından yayınlandı. Sigara ve kanser arasındaki ilk istatiksel ilişki ise, Nazi döneminde Almanya’dan çıktı. Sigara yasakları giderek başlasa da I. ve II. Dünya Savaşı döneminde cephelerdeki askerlerin kullanımı ve tedarikiyle giderek yaygınlaştı. Savaş bittiğinde dünya erişkin nüfusunun yüzde 60-80’i sigara kullanıyordu. Tütün, başlangıçta çubuk veya pipolarla içiliyordu, tütün yapraklarına ya da ince kağıtlara sarılma yönteminin ardından günümüzdeki sigara ortaya çıktı. Kanserojen madde
Yapılan araştırmalar, sigaranın kansere yol açtığını kesin olarak kabul ediyor. Bu konuda ilk akla gelen akciğer kanseri olsa da; ağız boşluğu, gırtlak, yutak, yemek borusu, burun ve sinüsler, karaciğer, pankreas, mide, bağırsak, rahim ağzı, mesane (idrar torbası) ve lösemi dahil birçok kansere sebep olduğu açıkça belirtiliyor. Kanser, sıklıkla sigara dumanının içerdiği kimyasalların genetik yapıya zarar vermesiyle oluşuyor. Sigarada kanserojen madde nikotin sanılsa da içeriğindeki 5 bine yakın kimyasal maddenin 100’e yakını kanserojen özelliğe sahiptir. Benzen, polonyum-210, benzopren ve nitrozamin gibi kanser yapma potansiyeline sahip maddeler toplandığında daha etkin kanserojenler haline geliyor. Hasara uğrayan DNA’lar, vücut tarafından onarılamadığında genetik mutasyonlar gelişiyor ve kanserli hücreler oluşuyor.
Adını, Fransa’da tütün içmeyi popüler hale getiren Jean Nicot’ten alan nikotin, sigaradaki en bilindik madde. Ancak nikotin sadece bu canavarın bağımlılık yaratma işlevini sağlıyor. Bu durum onu masumlaştırmasın çünkü kanserojen olan onlarca kimyasalın işini sadece kolaylaştırıyor. Nikotin, hasara uğrayan hücrelerin kendi kendini yok etmesini engelleyen bir enzim tepkimesini harekete geçiriyor. Böylece sigaranın içindeki DNA hasarı yapan maddelerin kanserojen etkisini artırmış oluyor. Tek bir sigara, az oranda zararlı kimyasal içerse de sayı-süre artığında, akciğerlerden vücuda giren kimyasallar birikiyor ve vücut yoğun madde birikimiyle oluşan zararı onarmada yetersiz kalıyor. Yine de bu durum, sigara içen herkesin kanser olacağı, içmeyenlerin ise korunacağı anlamına gelmiyor .
Kanser tanısı aldıktan sonra cerrahi, radyoterapi veya kemoterapi sırasında sigaraya devam etmek, tedavilerin etkinliğinin azalmasına neden olduğu gibi; pasif içicilik dediğimiz, kişinin sigara içmediği halde içilen ortamlarda bulunması da son derece zararlı olabiliyor. Tamamen kesmek yerine günde 1-2 taneye indirmenin ya da sigara içmeyip puro, nargile, elektronik sigara vb. içmenin kendimizi kandırmak olduğunu bilmemiz gerekir. Zararın neresinden dönsek kârdır diyerek, tamamen ve kesin olarak uzaklaşın. Amerikan Kanser Birliği’nin araştırmalarına göre; 50 yaş altında sigarayı bırakanlar, sonraki 15 sene içinde kanserden ölüm riskini, devam edenlere göre yüzde 50 azaltıyor. Gelecekte görmeyi dilediğimiz bütün güzel günler için iyi bir istatistik sayılmaz mı?
Hayat çok güzel ama aksi bir sevgili gibi, önce biz sarılmazsak inanın o da sarılmayacak. ‘Sağlık harika bir alışkanlıktır’, sağlıkla ve bugünlerde evde kalın…
Kaynak: www.milliyet.com.tr
Tarih: 05.05.2020